oyun :

EREN AYSAN

Neden oyun oynarız? Oyun güdüsünü tanımlayacak olsan bunu nasıl anlatırdın?

Şurası bir gerçek ki, yeryüzündeki tüm canlılar oyun oynar. Kimi zaman yavru kedilerin nasıl oyun oynadığını, öfkeli görünmelerine rağmen içinde bulundukları durumdan zevk aldıklarını ve eğlendiklerini gözlemleriz. İnsan oyunları ise yalnızca fizyolojik bir olgudan, psişik bir tepkiden daha fazlasıdır. Yaşamın doğrudan gereksinimlerini aşan ve eyleme anlam katan bir “oynayan insan” vardır karşımızda. Bebeklerin içgüdüyle oynadığını bilsek de insan için oyunun gönüllü bir eylem olduğunu ayırt ederiz. Her şeyden önce emirlere bağlı oyun, oyun değildir. Olsa olsa bir oyunun zorunlu temsili olabilir.

Oyun, her şeyden önce kurgusal olduğu bilinen, gündelik hayatın dışında, oynayanı sürekli etki alanında tutan, gönüllü, özgür bir eylemdir. Sınırları özellikle belirlenmiş, zaman ve mekân içinde geçen, her türlü maddi çıkardan uzak bu eylem kendi kuralları içinde, belli bir düzende gerçekleşir. Yalnızca oynayanın değil, seyredenin de haz duyduğu, tarih boyunca kolektif hayatın en önemli unsurlarından biri olarak kabul ettiğimiz bu kavram, coğrafyaya, iklime, ilkel toplumdan modern topluma kadar uzanan alanda sınırsız bir çeşitlilik gösterir. Johan Huizinga, “Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme” kitabında, “Oyunu özgür, kurmaca ve olağan hayatın dışında yer aldığı hissedilen, ama yine de oyunu tamamen özümleme yeteneğine sahip bir eylem olarak tanımlamak mümkündür. Bu eylem özellikle sınırlandırılmış bir zaman ve mekânda tamamlanmakta, kendilerini gönüllü olarak bir esrar havasıyla çevreleyen veya alışılmış dünyaya yabancı olduklarını kılık, tavır ve durum değiştirerek vurgulayan grup ilişkilerini doğurmaktadır,” tezini temel alarak, oyunun sınırlarının kesin olarak belirgin bir zaman ve mekânda, istekler doğrultusunda ama saptanmış kurallar içinde algılanan, isteğe bağlı bir eylem, bir uğraş olduğunu, gerilim ve sevinç duygusu uyandırdığını, ‘günlük yaşam’dan farklı olmak bilinci taşıdığını söyler. Dolayısıyla oyun hayatımızın bir gerçeğidir, yaşamla da fazlasıyla ilişkilidir.

Şiir ve oyunun senin düşünce dünyanda ve yazınında karşılığı nedir?

Türkçeye, “Hayat Denen Oyun” (Games People Play) adıyla çevrilen kitabında Eric Berne, insan ilişkilerinde davranış kalıplarını irdelediği çalışmasında, oyunları, yaşam oyunları, evlilik oyunları, sosyal toplantı oyunları, uzman oyunları, danışma toplantısı oyunları, cinsel oyunlar, yeraltı dünyası oyunları olarak kategorize eder. Ona göre sayılan oyunların tümünde insan gerçek benliğinin dışına çıkarak oynar. Oyunlar, karşısındakini anlatmayı öngören bir dizi tavırdan oluşur.
Sanırım şiirle uğraşanlar, oyununu bazen hüzünle, bazen ironiyle, bazen de kurmacanın kendine özgü unsurlarını karşıtlıklar üzerinden kullanarak oluşturur. Berne’nin “Hayat Denen Oyun” kitabındaki toplumsal rolleri çok daha önce fark etmiş, belirlemiştir. Bu rol dağılımından memnun olmadan, kimi zaman kabullenerek, genellikle de isyan ederek kendi ilişkiler düzlemini kurar. İster istemez yaşam oyununu kabullenmek, çocuk oyunlarının dışına çıkmaktır. Hayatın içinde ayakta kalabilmek adına yepyeni bir alan açmaktır. Sonuçta, yaşamın da kendi kuralları vardır, belirgin bir zaman diliminde geçer ve en önemlisi nihai hedef kazanmaktır. Kuraldışı olan hızlı bir biçimde tasfiye edilir.
Yine Eric Berne’ye dönelim: Sistematik bir sosyal psikiyatri yaklaşımı geliştirdiği, transaksiyonel analiz metoduyla tanınan Berne, ebeveynin çocuklarıyla ilişkilerine yönelik irdelemelerde bulunur. Sağlıklı ilişkinin, yetişkin tavır gösteren iki insan arasında kurulabileceğini savunur. Bununla birlikte kişinin aynı gün içinde hem ebeveyn hem çocuk hem de yetişkin insan tavrını sergileyebileceğini söyler. Bütün insanlarda yetişkin, ana-baba ve çocuk benlikleri vardır. Zaman zaman biri diğerine baskın çıksa da kişilerarası ilişkiler, kurulan oyunlar sayesinde dengeli ve başarılı bir şekilde ilerler.
Benim için günlük yaşam oyunları, bir anlamda ilham kaynağıdır da. Sanırım yaşadığım, oyun oynamayı kabullenmiş ancak oyunlardaki gerçekliğe erişmekte yaşadığım çetrefilliğin tedirginliğidir. “Benim şiirim” tanımını özellikle kurmaktan kaçınarak günlük yaşam oyunlarındaki uyumsuzluğumun acısını şiir yazarak kendimden çıkarıyorum denilebilir.

Hayatımızda oyun olmasaydı ne olurdu?

Tek bir cümle: O zaman hayat olmazdı; bu çekilmez dünyada nefes almanın anlamı da olmazdı.

Oyun-şiir-zeka arasında nasıl bir bağlantı kurarsın?

Şiir yazmak da oyunun bir parçası olarak yorumlanabilir. Eğer oyunu iyi kurarsan şiirden kazançlı çıkarsın. Ama bu noktada şiiri oluşturken elimizdeki kurmacayı oluşturan zeka ile duygusal tavır sanki iç içe geçer.
Şiir başlangıçta bir çocukluğa olmasa da “çocuk hali” kavramına dönmekle eşdeğerdir. Çünkü çocuk tamamen içine girer oyunun. Hatta bir süre sonra oyun, gerçekliğin ta kendisine dönüşür. Yetişkinler için durum daha karmaşıktır. İçgüdüsel güçler ön plana çıkar. Her şeyden önce kazanmak için oynanır. Önemli olan, oyunun neden oynandığıdır. Rakibini yok etmek için mi yoksa oynamaktan sportmence keyif almak için mi oynandığı sorusu önem kazanır.

Bir şair için oyunu algısal bir yaşam ritme dönüştürmeyi seçmek daha doğru bir yaklaşım oluşturabilir. Hatta biraz ileri giderek, gerçek eşittir oyun, oyun eşittir gerçek bile diyebiliriz.

Sırası gelmişken şu aralar fazlasıyla şiir yazmaktan uzaklaşsam da, kendimle olan ilişkiyi daha da netleştireyim: Şiir her oyundan büyük bir yıkımla çıktığımın temsili bir anlamda.. Artık katlanılması imkansız bir acının kucağına düşmekle eşdeğer. Oyunun kuralları yaşamın şefkatinden bir hayli uzakta…

Oyun kuran mısın oyun bozan mısın?

Dediğim gibi son dönemde şiirden uzaklaşsam da, belki de şiiri de düşünerek yazdığım romanlarda bir yapının üzerinden ilerliyorsam oyun kuran tarafım. Ne diyordu Shakespeare Hamlet’te…”Kelimeler, kelimeler, kelimeler…” Oyuncak olarak belki de onları seçtim.

En son oynadığın oyun nedir?

Henüz oynamakta olduğum oyun. Yeni bir roman çalışıyorum.

Sence dünyanın ilk oyunu nedir ?

Adem ile Havva’nın birbirine oynadığı aşk oyunu!