oyun :

EMEL İRTEM

Sorulara tek tek cevap yazmak yerine kısa bir metinde cevaplamayı uygun gördüm. Umarım oyunbozanlık yapmış olmam…

Oyun ile zekâ arasında çok ciddi bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Dünyadaki ilk oyun insanın kendi zekâsıyla oynadığı bir oyun olmalı. Oyun bir paradoksa ihtiyaç duyar. Ve bu oyunun en doruğa ulaştığı nokta da ölüm bilgisiyle gerçekleşmiş olabilir.Zekâsı artan homo cinsi ölen sevdikleri karşısında onu ölüler diyarına gönderirken hediyelerle gönderdi. Pek çok ölü hediyesi bu dünyanın tasarımından çalınıp diğer tarafa aktarıldı. Silahlar kap kacaklar değerli metaller, takılar, figürinler hatta çiçekler… Bu tek taraflı oynanan bir oyun. Ölümün oyuncakları buraya gelmedi. (silahları ve nefreti bu dünyaya ait sayıyorum) Ama o bilinmez yokluk hayal gücümüzün sınırlarını genişletti, karşıtlıkların gücünü ve aralarındaki dengeyi keşfetmemizi sağladı. İyi – kötü, aydınlık – karanlık, güçlü- zayıf gibi. Bence ilk oyun bu manada ilk derin acıdan doğdu. Bu büyük ağır biçimsiz kütle hayata çarptığında yontuldu şekil kazandı şenlendi. Şiir bütün bu telaşede hissikablelvuku etmiştir. Çünkü bu aynı zamanda semboller tarafından ele geçirildiğimiz andır. İlk insanın zihninin saf coşkusunu çocuklarda görebiliriz. İlk oyun kuruculardan muhtemelen paleolitikten önce de temelde insanlığın bütün çelişkilerini içinde barındıran arkaik hatıralarımız bu gün dönüşerek bizi gömü hediyelerine boğmaya devam ediyor. Elbet önce öldürüyor.

Buradan bakınca şiir var oluşumuzun bir ispatı gibi. İnsanın kendisiyle oynadığı oyunun sonuçlarından biri. Meraklı huzursuzluğumuz yitip gideceğimiz bilgisini kulağımıza terennüm ederken sabit olanlara da kıymet biçmemizi salık veriyor. Biz bu hengâmede sonsuzluk hissine şiir yoluyla sarılırız. Kutsal kitapların dili bu yüzden şiirseldir. Ahenk arzuyu besler. Arzu bizi aldatır. Aldanışın muzafferleri olarak devam etme gücünü kendimizde bulur umut ederiz. Oysa umutta yüceltilecek bir şey yoktur. Bütün bu paradoks bu zavallı “homo Ludensi”oyun içinde oyunlara taşır durur. Ama o ilk oyunu kaybettik. Elimizde kalan kuru yavan bir ciddiyetle utanmadan şiire, âşık olmaya, yaşamaya teşebbüs ediyoruz. Bizi kim durdurabilir çocuklardan başka. Onların gerçeklik algısı oyun kuruculukları ve şairlikleri bizi iyileştirecek hasarı onaracak tek şey.

Ne var ki ateşi çalanlar bugün oyunu da çocuklardan çaldılar, dönüştürdüler ve daha büyük iktisap alanları için yeniden tasarladılar. Halkıyla oynayan iktidarlar, diğer ülkelerle oynayan ülkeler, kazan kazan kazan diye slogan atan şirketler, medya, kültür, eğitim, sağlık dünyası ve diğerleri hayatlarımızı sefilleştiren bütün donanımlar, kurallarını kendi koydukları oyunun bir tarafı olarak bizi kurguladıkları bu oyunların içinde tutuyorlar. Bu hiç neşeli değil. Devamlı kaybetmek hatta kazanmak da bütün eğlenceyi mahvediyor.

Ortadaki sıçanın acısı büyük. Bu nedenle oyunbozan olmak iyidir. Ama oyunbozanlar pek sevilmez ve oyun dışı tutulur. Kendi oyunumuzu oynayacak gücü ve enerjiyi toplayana kadar yalnızızdır. Ama yalnızların da bir ordusu vardır elbet.

İşte sloganım: misketlerimi geri ver Dünya!