çok oturdun

MERVE GÜLÇİN KOÇAKOĞLU

kimin ne zaman portakal yiyeceğini bilmiyorsun
sırtını sandalyeye bir eşya olarak yerleştirdiysen bile,
başını süs eşyası olarak taşımıyorsun
çocukların öfkesini hiç unutmuyorsun
bir sandalyeye kırılgan bir vazo gibi oturuyor
çıplaklığından korkmuyor, ama terlemiyorsun da
havayı içine yutmuş ve orada tutmuş bir balon kadar öfkeli
ve hafif bekliyorsun

damarlarını ören örümceklerle,
tabakların içinden kendine eklediğin her şeye beden diyorsun
beden, benden

kendiliğinden oluyor bu
kendiliğinden doğan güneş gibi
bir ağacın yanından nasıl geçilir,
acıyı paylaşmayan insan nasıl seyredilir, merak ediyorsun
ve ben eski bir anıyı inatla hatırlamak istemiyorum
sana konuşurken dik açıyla oturuyorum
sonra tekrar ediyorum “koltukları atmalıyız”

sonra, tekrar, tekrar, tekrar
tam on kez tekrar
duyduğun bütün seslere bir balkondan bakmak,
bir kafanı çevirmek, bir korna çalmak için tekrar
suyu hava olan bu denizde kıyaya çarpmak için tekrar
güneşi görmek için uzaya tekrar
yeryüzüne değmemek için verilen bunca mücadeleden sonra
kendini seninle birlikte gömsünler diye tekrar

yasaklanmış pastel renkler
ve keyfinden verdiğin bütün ödünler ve ödüller için alkışlıyorum,
yoluna çıkan herkesin seninle olan farkını hesaplıyorum,
bu farkları da topluyorum ki bir sen çıksın ortaya
su çekildiğinde, hava uzaya taşındığında bir kıyaya oturacaksın
hangi müziği besteliyorsa suyu yükselen duvarlar bil ki senden değil,
sana doğru hiç değil

anlattığı herkesi kendi sanıyor
ve söylediği her şey sadece “doğru” olsun istiyor
seni o kadar iyi niyetle dinliyorum ki,
istesem de yanlış anlayamam, uzaklaşamam
sessizliğin de bir ağırlığı vardır, zamana dokunmayan
çocukların ayakları vardır, bulutlara çıkmayan