sadece iyi ve delilik sonsuza dek yaşayacak.
iyi de delilik de bulaşıcıdır.
aslında ikisi de birbirine çokça benzeyen iki soyut kavram.
çoğu iyi, iyilik diye adlandırdığımız
doğru ve ahlaklı olanı yapmaktan gelir.
bir diğer iyi ise özünde ilahi olana bağlı olandır.
bu iyi’nin görünmez sarmal bir yapısı vardır, dna gibi.
onu göremeyiz ama hissederiz.
hissetmek ne muhteşem şey!
iyi’yi hissetmekse daha insan, daha hayvan, daha toprak,
hava, gökyüzü, yağmur, su,
bereket, öyle bir şeyler uyandırıyor içimde.
cismen insanım ama yeryüzündeki hayvanların tümü
toprakların hepsi
tüm canlıların içindeyim
yaşayan her şeyin içinde
yaşanmış olanların da…
yaşanmış olanlar hâlâ yaşanmaya devam ediyor
zamanın referansı zamandır
zaman ilerlemiyor
kendi içinde kendini tekrar ediyor
ilerleyenler,
ben, biz, değişen, dönüşen.
iyi bulaşıcıdır,
bilmeden içinden öyle yapmak geldiği için, zaten öyle biri olduğundan,
bir sarmal gibi uzanıp
kendine benzeyen iyiye ruhunun kapılarını
neyin kimin geldiğini bilmeden açanlarla kurduğun iletişim.
iyi naif olduğundan hafife alınıyor
ama en az kötü kadar baştan çıkarıcıdır.
vahşi olanın cazibesini seviyoruz
ama iyi ve haz arasındaki ilişkiyi de küçümsememeli
şu filmlerdeki kitaplardaki şarkılardaki mutlu anlar, anılar,
iyi’nin sonucu olanlar
haz değil midir?
delilik de bilmeden,
içinden öyle yapmak geldiği için yapılan,
değil midir?
diyelim ki dostoyevski deliliklerin içinde bir yazardır.
kesin öyledir
tefeci kadına balta indiren raskol’u yazarken nasıl düşünebilirim ki hiç delirmediğini?
dostoyevski’nin binlerce delilik yaşadığını çocuklar bile tahmin edebilir.
tek başına deli olunmaz, ikinci bir kişi gerek
tek başına iyi de olunmaz, ikinci bir kişi gerek
bir gün bir film izlemiştim
o güne kadar izlediğim en anti-sürreal sürrealist filmdi.
bir rüyayı hatırlar gibi hatırlıyorum şimdi
oysa bu hâtıra durduğu yerde duruyor, tekrar tekrar yaşanıyor
ilerlerken, belleğim yeni anılara yer açmak için geçmiş bir çok bilgiyi zipliyor.
çikolata şelalesinde yıkanan güzel, şehvetli bir kadın
altın sikli mavi bir adam
yemekler
sidikler
yemekler
rüya gibi hatırlıyorum dedim ya.
adı gibiydi
aslı gibiydi
mavi, altın sikli bir adamdı
adı topor’du
birdi ikiydi üçtü
yazdı, çizdi, oynadı
ve bir gün,
bana yıldızlar kadar uzak olan Topor’un
şapkalı, pipolu, haçlı
evimin kapısından içeri gireceğini nasıl bilebilirdim ki?
iyi iyi’yi mıknatıs gibi çeker.
iyi biri, bilmeden, içinden öyle yapmak geldiği için
bir akşamüstü beni topor’la buluşturdu.
bir yıldız
kaymadı, düştü.
zaman olduğu yerde tekrar kırılıp başa sardı
ben ise dün başkaydım, bugün böyle biri,
yarın bambaşka.
bazen yıkılacağım, bazen çatlayacağım,
bazen fokur fokur kaynayıp buharlaşacağım.
her iyinin karması vardır.
her iyinin ölçülerine denk bir kabı vardır.
iyiydi
gelecekti
geldi.