“monte verità”: hakikat tepesi

ece eldek

Şu aralar sivil itaatsizlik felsefesinin eyleme dönüşmüş bir hali olan pasif direnişi ve bu direnişin günümüzdeki olası karşılıklarını düşünüyorum, her birimize dağıtılan rolleri ve bu rollerin eksenindeki direnme biçimlerimizi. Kimi bu direnişi kendi sahalarında yapıyor, kimi dört duvar arasında, kimi direnenin direncini kırarak direniyor, kimi ise pasif direnişte. Direnmeyen olduğunu düşünmüyorum. Gandhi, pasif direnişi “satyagraha” felsefesi ile geliştirerek tanımlamıştır. *Satyagraha sözlük anlamıyla: “hakikat gücü” ya da “hakikate adanma”dır. Hakikat, ruhi ve manevidir. Satyagraha ruhi güçtür. Şiddet içermeyen direniş ya da sivil direnişin özel bir biçimidir.

Lafı Hindistan’dan alıp, İtalya sınırına yakın İsviçre’nin Locarno yakınlarındaki Ascona bölgesindeki “Hakikat Tepesi”ne (Monte Verità) uzatıyorum. 1900’lerin başlarında bu dağa yerleşen birkaç arkadaşın verdiği isim bu, “Hakikat Tepesi”. Kendi hakikatlerini gerçekleştirebilmek için, birkaç burjuva gencin tüm konforlarını bırakıp, kendi ülkelerinden ayrılıp; dönemine göre son derece ütopik bir hayalle bu dağa gelmeleri ile hikayeleri başlıyor. Daha az ilham alarak, daha fazla sorgulamadan yaşamaya mecbur kılan, dayatılan toplum sistemini reddederek; daha fazla ilhamla, daha yaratıcı bir şekilde nasıl yaşayabileceklerini araştırıyorlar. Yeni bir yaşam formu, yaşam alternatifi sunuyorlar. “Monte Verita” onların bu direnişlerinin bir sembolü oluyor. 1815’ten beri tarafsızlık politikasını resmi olarak uygulayan en eski ülkeye, İsviçre’ye gelmeleri bir tesadüf olmamalı. İsviçre o dönemlerde, savaştan kaçıp gelenler için, baskı ve takip altındaki avangard sanatçılar için bir çekim merkeziydi. 1800’lerin sonları muhalif sanatçılar, bürokratlar, psikanalistler akın akın İsviçre’ye gelmişlerdi.

İsviçre’nin, Locarna yakınlarıdaki Ascona bölgesindeki “Monte Verità Sanatorium” ya da kısaca “Monte Verità”; Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen bir grup genç idealistin kurduğu, toplumsal kısıtlamalardan arınmış bir topluluk oluşturmak ve doğa ile uyumlu bir hayat yaşamak için ideal bir yer sağlayan, tarihteki ilk vegan klinik, yaşamı yeniden şekillendiren bir komün olacaktı. Bu komüne zaman içinde, anarşistler, komünistler, sosyal demokratlar, psikanalistler, yazarlar, şairler, dansçılar, sanatçılar ve pek çok “alternatif” yaşam arayan idealist katıldı.

Kadınların özgürleşmesini, özeleştiriyi, zihin ve ruhu geliştirmenin yeni yollarını, beden ve ruh birliğini geliştirmek için yeni yollar aradılar. Dans ettiler, şiirler yazdılar, performanslar yaptılar, kendi ektiklerini yediler, çıplak sularda yüzdüler. Avrupa’daki yirminci yüzyılın sayısız sosyal ve sanatsal hareketlerini yansıtan bu komüne; Hermann Hesse, Otto Gross, Carl Jung, Krishnamurti, Erich Maria Remarque, Hugo Ball, Else Lasker-Schüler, Stefan George, Isadora Duncan, Mary Wigman, Carl Eugen Keel, Paul Klee, Gusto Gräser, Erich Mühsam, Max Weber ve daha pek çok isim katıldı.

Hermann Hesse’nin pek çok kitabına ilham kaynağı olan bu yerde, Monte Verità’nın kurucularından olan; onun eski arkadaşı, askerliği reddeden ve kurşuna dizilmekten son anda kurtulan Gusto Gräser’in ona verdiği ilham ve tanıttığı taoizm; “Siddharta” isimli kitabının çıkmasına vesile oldu. Bu pek çok isimden biri de şair ve oyun yazarı olan, Else Lasker-Schüler’di. Else Lasker-Schüler’in şiirlerinden ikisini, Aycan Ak’ın çevirisiyle sizlerle paylaşıyorum. Hepimizin kendi hakikatlerimizi inşa edebileceğimizin yüksek inancıyla. Sevgiler..


Else Lasker-Schüler’dan çeviren Aycan AK

EV ÖZLEMİ

Dilini konuşamıyorum

Bu soğuk toprakların.

Ne de adım atabiliyorum

Ne de okuyabiliyorum

Geçip giden bulutları.

Gece bir garip Üvey-Kraliçe.

Firavun ormanlarını düşünmeliyim ilelebet

Ve öpmeliyim yıldızlarımın imgelerini.

Çok geçmeden dudaklarım ışıldamaya başlıyor

Ve bir mesafeyi söylüyor,

Ve ben senin kucağında,

Resimli bir kitabım.

Ama yüzün gözyaşlarından

Bir peçe dokuyor.

Bahçenin çitlerine tünemiş

Parıldayan kuşlarımdan,

Mercanlar koparılıyor,

Yumuşak yuvaları taşa dönüyor.

Cansız saraylarımı mumyalayanlar –

Babalarımın taçlarını takmışlardı:

Duaları kutsal nehrin dibine çöktü.

——

WELTSCHMERZ[1]

Ben, yakıcı çöl rüzgârı,

Dondum ve şekil aldım.

Nerede sonum olabilecek güneş

Ya da paramparça edebilecek şimşek beni!

Kafası taştan bir sfenksim ve

Tüm göklere hiddetleniyorum şimdi.

 


  1. Dünyanın kifayetsizliğinden ötürü duyulan derin keder, üzüntü; dünyevi görkemin gelip geçiciliğinden ötürü duyulan acı; yaşama acısı anlamlarına gelen sözcük.