bundan elli yıl sonra yaşayan birine mektup

MATTHEW OLZMANN
(ÇEV: SELCAN PEKSAN)

Büyük ihtimalle fillerden nefret ettiğimizi düşünüyorsundur,
altın kurbağadan, Tasmanya kaplanından ve zıpkınlanarak
veya doğranarak nesli tükenen tüm balina türlerinden.

Size hiçbir şey bırakmamaya ant içmişiz sanki
benzen, cıva,
jet yakıtı ve plastikle çalkalanan martı midelerinden başka.

Keyif alabildiğimizden şüphe ediyorsundur muhtemelen
Ama seni temin ederim ki alabiliyorduk.

O zamanlar hâlâ gece gökyüzümüz vardı
Ve tıpkı atalarımız gibi, akrep ve baş aşağı kepçe şekilli
ışıklarını hayranlıkla izliyorduk

Elbette, bazı ormanlar duruyordu!
Elbette, hâlâ birkaç gölümüz vardı!

Hepsi kurşun ve sülfür dioksit kaplı değildi, demek istediğim.
Arılar vardı o zamanlar, çiçeklerin coşkusunu
tozlaştırırlardı, böylece bizler büyük gizemler üzerine
düşünüp taşınabilir ve nihayet sorabilirdik,
“Çocuklar, sizce aşkınlık nedir?” diye.

Derken bütün arılar öldü.

Matthew Olzmann,
Letter to Someone Living Fifty Years from Now, 2017

Most likely, you think we hated the elephant,
the golden toad, the thylacine and all variations
of whale harpooned or hacked into extinction.

It must seem like we sought to leave you nothing
but benzene, mercury, the stomachs
of seagulls rippled with jet fuel and plastic.

You probably doubt that we were capable of joy,
but I assure you we were.

We still had the night sky back then,
and like our ancestors, we admired
its illuminated doodles
of scorpion outlines and upside-down ladles.

Absolutely, there were some forests left!
Absolutely, we still had some lakes!

I’m saying, it wasn’t all lead paint and sulfur dioxide.
There were bees back then, and they pollinated
a euphoria of flowers so we might
contemplate the great mysteries and finally ask,
“Hey guys, what’s transcendence?”

And then all the bees were dead.