erotik
Karşılıksız bıraktığı aşıklar ve yakın çevresinde yaşanan bir dizi intihar Salomé’nin etrafına bir femme fatale aurası örmüşse de onu ilk kadın psikanalist olarak ele almak hem tezlerini anlamak hem de yaşamını yorumlamak açısından elbette ki daha doğru bir zemin sağlayacaktır. Salomé 1882’de 21 yaşındayken, Nietzsche’nin, 1911’deyse Freud’un öğrencisidir. Freud da hayrandır Salomé’ye ve günlüğünde ona duyduğu platonik aşkı hiç dile getirememiş olmanın pişmanlığından bahseder. Salomé’yle Nietzsche’nin arkadaşlıklarının izleriyse ikisinin de üretimlerinde kendini ele verir ve üzerinden “yüz kırk” yıl kadar geçmiş olsa da hala dillerde dolaşmaktadır.
Öncelikle Nietzsche, Salomé’de bir ilham perisi, bir eş, sadık bir öğrenci bulduğunu zannederken Salomé için bu eşit bir ilişki, bir zihin birliğidir ve bu beraberlik seks, evlilik ve aşktan tamamen ayrı bir yerde durmalıdır. Aslında Salomé 1901’de intihar eden felsefeci yazar Paul Ree ve Nietzsche’yle kutsal üçlüyü oluşturarak bir zihin orjisi yapmak ve esinini antik Yunan’dan alan bir zihin kolonisi kurmak ister. Bu birliktelik sırasında çekilen ünlü kırbaçlı fotoğraftaysa her ne kadar herkes o an için halinden memnun olsa da üçlü dağıldıktan sonra bu fotoğraf Nietzsche’nin bir daha hiç peşini bırakmayacaktır. Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün Yaşlı ve Genç Kadıncıklar Üzerine bölümünde yer alan “Kadına mı gidiyorsun? Kırbacı unutma!” ifadesi de haliyle bu fotoğrafla ilişkilendirilecek ve Nietzsche’nin sarf ettiği akıllardan hiç çıkmayan bir eril slogan olarak kalacaktır.
Erotik metninde Salomé tutumluluktan geçen libidinal ekonomi anlayışını dile getirir. Burada cinsellikte ölçülülüğü bir “erotik özgürlük” olarak yeniden biçimlendirerek cinsel arzulara hakimiyet yoluyla alıkonulan enerjinin yaratıcılığa dönüşeceği iddiasıyla bir tür “oto-erotizm” önerir. Bu arzunun bastırılamamasının sonuçlarıysa örneğin; aceleyle ve düşünülmeden yapılmış bir evlilik olabilir, bu nedenle kadının cinsellik ve erkekler tarafından içerilmemesi için bu sınır “politik bir eylem” olarak gereklidir. Bu rasyonel yaklaşım, aslında tıpkı Nietzsche’de olduğu gibi ama zıt yönde, yaşam ve düşüncenin bir birliğini getirir. Bağımsızlığını sonuna kadar korumak ve erkeklerle bir tür zihin kardeşliği yaşamak istemektedir Salomé. Otuz altı yaşındayken bir araya geldiği yirmi bir yaşındaki şair Rilké’yle aşk yaşamış olsa da genel anlamda bu düşüncesini kendi yaşamında da titizlikle uygulayacaktır.
Salomé, Erotik’te dönemin liberal eşitlikçi feminist hareketlerinin tersine bir yaklaşım sergileyerek kadının farklılıklarını detaylandırır ve kadınlığın psikolojik doğasını tartışarak farklılıklardan bir söylem çıkarır. Oto-erotizmi, ilişkisel erotizmden üstün tutar ve bunun da üstüne anne sevgisini ve anneliği yerleştirir. Kadın kendi içinde tamamlanmış bir bütündür ve merkezinde durmaktadır, o doğal haliyle bir narsisisttir. Salome, Freud’un dişil libido üzerine söylediklerini pek de ciddiye alamayacağını da belirtmeden geçemez. Vajinanın klitoral cinsellik üzerinde bir üstünlüğünün olmadığını ve klitoral hazzın “doğa ve benlik için duyulan sınırsız bir sevgi, kendini yaratan, kendisini kendi göğsüne yaslayan bir anne imgesi” olduğunu söyler. “Anne olarak kadın”ı merkeze alarak, bebek için bu sevgi bağını bir hazdan çok, sevgi ve sosyalliğin hem içe dönen hem de dışa açılan ikili deneyimi olarak tanımlar. Bunu yaparken de baba kavramını işlevsizleştirir fakat karşı cinse yine de bir eş olarak alan tanır. Özünde karşıt olarak konumlandırdığı cinsellik ve zihinsellik üzerinden erotik ilişkilerin zamanla zihinsel bir evliliğe dönüşeceği kehanetinde bulunur ve Salomé’ye kalırsa asıl önemli olan da bu birliktir. Bu eş olma hali her şeyden kutsal olan günlük varoluşun zihinsel birlikle yüceltilişidir.
Salomé’nin izleri ödip öncesi ilişkinin kurucu gücüne odaklanması bakımından Irigaray, Cixous, Kristeva, Klein, Horney gibi psikanalistlerde sürülebilir. Dişil farkın Freudçu fallik dişilden bağımsız olarak kavranmasının önünü açmıştır da diyebiliriz ve bu bakımdan fallik iktidarı yerinden ederek farklılıklar üzerinden bir söylem inşa eden İrigaray’ı önceler gibidir. Elbette bu fark inşası, Bradiotti’nin İrigaray okumasında olduğu gibi “yapı bozuma uğratılmadan önce dişilin sahiplenildiği bir uğrak”, fallik iktidar dışında konumlanan söylemlerin bir ilki, göçebe bir feminizme giden başlangıç noktalarından biri olarak görülmelidir. Freud’un öğrencisi ve yakın çevresinden biri olarak Salomé’nin karşıt bir söylem geliştirmiş olması da ayrıca vurgulanması gereken bir noktadır, öyle ki bu durum zihinselliğin gücüne verdiği önemi yaşamdaki konumlanışı üzerinden de okumamızı sağlar.
Salomé iki bağımsız bireyin birbirlerinde diğer yarılarını bulmaya çalışmalarını ve bir olma arayışlarını sorgular ve bu türden bir ilişkilenmeyi sağlıksız bulur. Anal evreyle birlikte gelen ayrışma zorunluluğunun benlikle dünya arasına sınır koyup, bize sevgiyi ötekinin farklılığına saygı duyarak yaşamayı öğrettiğini savunur. Bu sınır olmadan birbirimizi yalnızca bebeklerin annesini sevdiği gibi tüketerek, haz içinde tükenerek ve ölçüsüzce sevebilirdik. Sonlulukla bu uzlaşma, erotik yaşamlarımızın düz bir çizgi üzerinde yol olmadığını aksine, bir daire çizerek kendine geri döndüğünü fark etmeyi gerektirir. Bu çatışmayı aşmak, oto-erotik hazzı merkeze alarak, diğer yarısını kendi içinde bulmuş benliği yaşamın tamlığına açmaktır.